algı

[İng., Fr. perception ] [Alm.  Wahrnehmung ] [Es. T. idrak ]

Hem psikolojinin hem de felsefenin konusu olan ve tıpkı anımsama, imgeleme, isteme, bilme, yargı verme vb. gibi bir bilinç durumu ya da yaşantısıdır.

Psikolojinin konusu olarak algı. Bireylere ait öznel psişik süreçler olarak kendilerini gösteren bilinç yaşantıları, içe bakış, davranış gözlemleri, beynin işleyişinin görüntülenmesi, kimyasal ölçümler ve genetik inceleme vb. yollarla toplanan veriler temelinde nesnel olarak ele alınabilirler ve böylelikle ampirik bir bilim olan psikolojinin alanına girerler. Bir nöropsikolog ya da bilişsel psikolog, insanın algılaması, söz gelimi görmesi ne demektir, gördüğümüzde bedenimizde ve sinir sistemimizde neler olur biter, görme etkinliği hangi mekanizmalara ve onların yerine getirdiği hangi işlevlere bağlıdır gibi soruları sorar ve bunlara verilen yanıtlar, görsel algı baştan dışarıdan bir bakışla nesneleştirildiği için, kendi öznel deneyimimizi betimlememizi aşan, ölçülebilir verilere dayalı ve gerçek ya da olanaklı benzer tüm psişik olguları açıklama iddiası taşıyan genellemelerden oluşur.

Felsefenin konusu olarak algı. Bilinç yaşantılarının felsefenin konusu olması ise tam da bu ampirik tarzdan başka türlü ele alınabilmelerine bağlıdır. Filozof, genel olarak bilinçli olmanın, bir varlık için bilinç yaşantılarına sahip olmanın ne anlama geldiği sorusunu sorar ve buna yanıtını, içeriye doğru bir bakışla, yani bizzat kendi bilincini refleksiyonla nesneleştirerek, gerçek ve olanaklı bilinç yaşantısı örneklerinden hareketle genel betimlemelere vararak vermeye çalışır. Böylece olanaklı bir bilinç yaşantısı olarak algının ne olduğu, onun olanağının koşulları ve doğruluğu, yani algı ile illüzyon ya da halüsinasyon arasındaki ayrımlar, algının diğer bilinç yaşantılarıyla, özellikle bilgiyle ilişkisi, algının nesnesi ve içeriği, tüm bu konular, algının felsefi ele alınışına dahil olur.

Algı nedir? Her birimizin algıya ilişkin bir ön kavrayışımız vardır çünkü hepimiz duyu organlarımız yoluyla nesneleri ve dünyayı algılarız ve nasıl algıladığımız üzerine pekâlâ düşünebiliriz. Algıda karşımızda cisimsel mevcudiyeti içinde nesnenin ta kendisini buluruz, yani imgelem ya da anımsamada olduğu gibi bilincinde olduğumuz şey salt bir imge ya da anı değildir. Algımız bizim dışımızda kendinde ne ise o olarak varolan bir nesneye doğrudan ulaşıyor, onun ta kendisini varoluşunun kesinliği içinde yakalıyor görünür. Nesne, sadece algıladığımız sürece değil, içinde olduğu dünya ile birlikte bizim için hep oradadır, yani biz onu algılamadan önce ve algımız bir nedenle kesildikten sonra bile; bu inanç algının ayrılmaz bir parçasıdır. Kısacası algı, şeyin kendi kendisini varolan olarak bilince sunmasıdır; kendinde olduğu haliyle gerçekliğe dolaysız erişimimizdir; kendi ötemize, yani dünyaya açıklıktır. Algılanan ise bizden bağımsızca kendinde varolduğuna inandığımız ve kendisini bize olduğu gibi sunan tek tek nesneler ve dünyadır.

Gerçekten varolanın yakalanması olarak algının olanaklılığı. Nesneleri içinde oldukları dünya ile birlikte bizim dışımızda var olarak algılarken onlara ulaştığı iddiasındaki algımızın kendisi bize, bilincimizin içkinliğine aittir. Başka bir ifadeyle, nesne kendisini bize dışsal ve dünyada olarak, ancak bizim öznel ve içkin yaşantılarımızdan geçerek sunar. Algımız gerçektir, dünyayı ve nesneleri tam da bu betimlediğimiz şekilde algılarız. Ancak algımız üzerine düşündüğümüzde, bilincin kendi içkinliğinden çıkıp kendi dışına, kendinde varolan bir şeye nasıl ulaşabildiği bir sorun haline gelir. Kuşkusuz algıda iş başında olan bir beden vardır, ancak algı, herhangi bir nesnenin duyu organları yoluyla bedene etki etmesinden ve bu etkinin duyulmasından ibaret değildir, öznel ve durmadan değişen duyumların akışından geçerek bir ve aynı nesnenin yakalanmasıdır. Algı ister doğrudan ister duyumlar aracılığıyla gerçekleşsin, burada soru konusu olan, öznel ve içkin bir akış olarak bilinç ile ona dışsal olarak verilen ve onu aşan bir nesnenin ilişkisidir, yani algının olanağının ta kendisidir.

Gerçekten varolana erişimimiz anlamındaki algının özgün bir bilinç yaşantısı olarak olanağı aynı zamanda onun illüzyon ve halüsinasyondan ayırt edilmesine de bağlıdır. Zira özne açısından her ikisi de bilince şu veya bu özelliklerle varolan bir şey sunarlar ve bu bakımından algıdan ayırt edilemez görünürler. Yani (doğru) algı ile bir şeyi gerçekte olduğundan farklı sunan illüzyon ve gerçekte olmayan bir şeyi varmış gibi sunan halüsinasyonun ortak olarak sahip oldukları bir içerik olduğunu söylemek gerekir. Bu durumda işimiz, algının bu ortak içerikten fazla ya da farklı neye sahip olduğunu aydınlatmaktır ve bu bizi tekrar bilincin gerçeklikle ilişkisi sorusuna götürür.

Algı, bilinç ve gerçeklik. Algı bizim gerçekliğe erişimimiz olduğu ve algıda kendini sunan şey gerçekten varolan olarak kendisini sunduğu için, algı sorusu ontolojik (ya da metafizik) ve epistemolojik sorularla doğrudan bağlantılı olarak felsefenin tam kalbinde yer alır. Algının olanağını açık kılarken veya onun illüzyon ve halüsinasyondan farkını ortaya koymaya çalışırken zorunlulukla algılanan nesnenin ve dünyanın bilinçten bağımsız varolup olmadığı ya da daha doğrusu ne anlamda böyle olduğu gibi sorularla da ilgileniriz ve bu sorulara verdiğimiz ya da ver(e)mediğimiz yanıtlara göre çeşitli ontolojik (metafizik) konumlara yerleşiriz. Öte yandan dünya hakkında verdiğimiz yargıların doğruluğunun, yani dünyasal nesnelere ilişkin bilgimizin temelinde de algı bulunur. Zira gerçeklik hakkındaki nesnel bilgi, öncelikle bu gerçekliğe ulaşabilmeyi, onun bir şekilde bilincinde olabilmeyi gerektirir. Nesnenin bilinmesinin olanağı, nesnenin algılanmasının olanağına dayanır. Son olarak algı, bir şeyin yaşantısı olarak ve dünyayla kurduğumuz ilksel ve sürekli ilişki olması bakımından genel olarak bütün bilinç yaşantıları için bir prototip oluşturur. Bir yandan, düşünme, imgeleme, anımsama, isteme, yargı verme vb. tüm diğer bilinç yaşantılarımız da bir şeyin bilincinde olmaktır; onlar da öznel psişik süreçler olarak bilinci oldukları şeyden başkadırlar, diğer bir deyişle, onları aşarlar. Diğer yandan, bu bilinç yaşantılarını gerçekleştirirken asla duyumsamaktan kesilmeyiz. İlksel ve pasif duyumsama bizi her zaman karşımızda açık ve seçik bir nesne algılamaya götürmez ancak tüm diğer bilinç yaşantılarımız onu varsayarak ve onda önceden verili olan bir dünya zemininde gerçekleşir. Söz konusu olan ister algıyı tamamen aşmak ister onda temellenerek ondan farklılaşmak olsun, tüm diğer farklı bilinç tarzlarını araştırırken kökensel olarak duyusal algıya kadar geri gitmemiz gerekir. 

KAYNAKÇA

William Fish, Philosophy of Perception: A Contemporary Introduction, New York: Routledge, 2010.

Renaud Barbaras, La perception: Essai sur le sensible, Paris: Librarie Philosophique J. Vrin, 2009.

Crane, Tim and Craig French, "The Problem of Perception", The Stanford Encyclopedia of Philosophy (Fall 2021 Edition), Edward N. Zalta (ed.), URL = .

Yazar : Eylem HACIMURATOĞLU (MSGSÜ)