antroposantrizm

[Tr. Alt. İnsanmerkezcilik] [İng. anthropocentrism ] [Fr. anthropocentrisme ] [Alm. Anthropozentrismus ]

Antik Yunancada “insan” anlamına gelen ánthrōpos (ἄνθρωπος) ile “merkez” anlamına gelen kéntron (κέντρον) sözcüklerinden türetilmiş terim. İlk olarak evrim tartışmalarının gündemde olduğu 1860larda, eleştirel biçimde kullanılmıştır. İnsan istisnacılığı (human exceptionalism) terimiyle yakın anlamlıdır.

Genel tanımı. İnsan türüne ontolojik bakımdan veya değer sistemleri açısından dünyadaki diğer varlıklar karşısında üstünlük, ayrıcalık veya daha büyük önem atfeden görüş. Dereceleri ve özellikleri farklı olmakla birlikte tarihteki çoğu felsefi, kültürel ve dinî kavram ve inanç sisteminde mevcuttur. Antropomorfizmle (insanbiçimcilik) bağlantılıdır ama ondan farklıdır. İnsanmerkezci bir görüş insanbiçimci olmayabilir, yani insana özgü nitelikleri diğer varlıklara yüklemeyebilir. İnsanbiçimci bir bakış da insanmerkezci olmayabilir. Örneğin doğrudan insani iradeye seslenen semavi dinler insanmerkezci olarak görülür ama diğer canlılara insani niteliklerin (ruh, yüz ve benzeri) yüklenmesi çoğunda hoş karşılanmaz. Animist inançlarda ve bazı sanatsal ifadelerde insanbiçimciliğe rastlanır ama bunlar insanı ayrıcalıklı bir varlık olarak tasavvur etmeyi reddedebilir. Günümüzde insanbiçimciliği dışlamayıp insanmerkezciliği eleştiren Jane Bennett gibi dirimsel materyalistler vardır.

Kökeni. Kutsal Kitap’ta dünyanın yaradılışının anlatıldığı 1. Bölümdeki şu satırlar antroposantrizmle ilişkilendirilir: “Tanrı insanı kendi suretinde yarattı. Böylece insan Tanrı suretinde yaratılmış oldu. İnsanları erkek ve dişi olarak yarattı. Onları kutsadı ve, ‘Verimli olun, çoğalın’ dedi, ‘Yeryüzünü doldurun ve denetiminize alın; denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, yeryüzünde yaşayan bütün canlılara egemen olun.’” Antroposantrizmin kökeni yalnızca Judeo-Hıristiyan geleneğe değil, Antik Yunan felsefesine, özellikle de Aristoteles’in erek ve politika anlayışına da dayandırılır.

Modern Dönemde. Antroposantrizm, “kaderine hükmeden” İnsan-Özne fikrinin ve bu öznenin gereksinimlerini karşılayan bir kaynak olarak Doğa imgesinin gelişimiyle birlikte, modern dönemde hakimiyet kazanmıştır. Bir yandan Descartes “doğanın efendileri ve sahipleri” olmaktan bahsederken (Yöntem Üzerine Konuşma, s. 161), diğer yandan Hobbes insanın temel duygusal belirleniminin sınırsız güce duyulan arzu olduğunu belirtmiştir (“De Corpore” I:6.). Kant ise her ne kadar ahlaki ilkelerini antropolojik bir bakışla sınırlamadan “akıl sahibi varlıklar” gibi daha geniş bir kategoriyle tanımlamış olsa da, bahsettiği aklın oluşumunun hangi bedensel modele dayandığı konusunu muğlak bırakmış ve bu muğlaklık antroposantrizmle ilişkilendirilmiştir.

Eleştiriler. Antroposantrizm eleştirisi, insani faydanın aranmasının ve türümüz için kaçınılmaz olan insani bakışın reddi değildir. Daha ziyade, belli bir insan kavramının, onun soyutluğunun, genelliğinin, dışlayıcılığının, çevresinden yalıtılmışlığının ve içerdiği yanlış fikirlerin sorgulanmasıdır. İlk açık eleştiriler, 19. yüzyıldan itibaren dile getirilmiştir. Bu noktada Darwin’in insanın tıpkı diğer türler gibi evrim geçirdiği ve onun zekâsı ile bedensel kapasitesinin verili bir durum değil, bir sonuç olduğu görüşü belirleyici olmuştur. Fakat daha evrim tartışmaları bağlamında antroposantrizm terimi icat edilmeden bile önce, insana evrende ayrıcalıklı bir konum vermeyi reddedenler olmuştur. Epikuros ve Lucretius bu düşünürlerin en eskilerindendir. Erken modern dönemde insanı doğanın “herhangi küçük bir parçası” (TTP, XVI, s. 232) olarak niteleyip erekselciliği reddeden Spinoza’nın da bir antroposantrizm eleştirmeni olduğu söylenebilir. 20. yüzyıldan itibaren feministler insan merkezli zihniyetteki “insan” kategorisini sorunsallaştırmış ve bu kategorinin aslında erkek-egemen olduğunu ve kadınları kapsamadığını savunmuşlardır. Hayvan hakları savunucuları hayvanların insanlara faydaları oranında değer taşıyan kaynaklara indirgenemeyeceğini vurgularken, ekolojistler doğanın mahvında pay sahibi olan bir ideoloji olarak gördükleri antroposantrizmin artık terk edilmesi gerektiğini belirtmişlerdir. Ekolojik kaygılarla da örülü bir biçimde daha ontolojik sorgulamalar ise günümüzde yeni materyalistler ve posthümanistlerden gelmektedir. Transhümanistler ise insani beden formunun ötesine uzanan bir bireyleşme kavramı arayışında olsalar da etik bakışlarında insanmerkezcilerdir.

Kaynakça

https://www.etymonline.com/word/anthropocentrism.

https://kutsal-kitap.net/bible/tr/index.php?mc=1&sc=4.

Bennett, Jane. Vibrant Materialism. A Political Ecology of Things. Durham, North Carolina: Duke UP, 2010.

Campbell, K. Elisa. “Beyond Anthropocentrism”. Journal of the History of the Behavioral Sciences, sayı 19 (1983): 54-67.

Descartes, René. Yöntem Üzerine Konuşma. Çeviren Çiğdem Dürüşken. İstanbul: Kabalcı, 2013.

Haraway, Donna. When Species Meet. Minneapolis ve Londra: University of Minnesota Press, 2008.

Hobbes, Thomas. Human Nature and De Corpore Politico. Hazırlayan J. C. A. Gaskin. Oxford ve New York: Oxford UP, 1994.

Moore, L. Bryan. Ecological Literature and the Critique of Anthropocentrism. Cham, İsviçre: Palgrave Macmillan, 2017.

Sedley, David. “Is Aristotle’s Teleology Anthropocentric?”. Phronesis, sayı 36/2 (1991): 179-196.

Spinoza, Benedictus. Teolojik-Politik İnceleme. Çevirenler Cemal Bâli Akal, Reyda Ergün. Ankara: Dost, 2008.

Yazar : Eylem CANASLAN (Kırklareli Üniversitesi)