Arendt, Hannah

“Yirminci yüzyılın en orijinal politik düşünürlerinden biri” diye nitelenen, 1906-1975 yılları arasında yaşamış Alman asıllı bir düşünür.

Yaşamı ve eserleri. 1906’da Hannover’da doğmuştur. 1924’te Martin Heidegger ile çalışmak üzere Marburg Üniversitesine gitmiş, daha sonra Edmund Husserl’in derslerine katılmak üzere Freiburg Üniversitesi’ne geçmiştir. 1926 baharında, Karl Jaspers ile çalışmak üzere Heidelberg Üniversitesi’ne gitmiş ve 1929’da Der Liebesbegriff bei Augustin (Augustinus’ta Sevgi Kavramı) başlıklı doktora tezini Jaspers’in danışmanlığında hazırlamıştır. Hitler’in iktidara gelişi sebebiyle 1933’te Prag, Cenevre ve Paris’e gider. 6 yıl kaldığı Paris’ten ayrılıp 1941’de Amerika’ya giden Arendt, Princeton, Berkeley, Chicago gibi saygın Amerikan üniversitelerinde dersler vermiştir. Bunlar arasında en önemlisi, “Sürgündeki Üniversite” misyonuyla öne çıkan ve Avrupa’dan kaçan sosyal bilimcilere kapı açan New School for Social Research’tür. Arendt burada 1975’teki ölümüne kadar politik felsefe profesörü olarak görev yapmıştır.

1951’de Nazi ve Stalin rejimlerini konu alan The Origins of Totalitarianism'i (Totalitarizmin Kaynakları), 1958’de en önemli felsefi eseri sayılan The Human Condition (İnsanlık Durumu) yayınlar. 1961’de The New Yorker dergisinin muhabiri olarak katıldığı Adolf Eichmann'ın Kudüs'teki duruşmasından iki yıl sonra Yahudi çevrelerin büyük tepkisine yol açan Eichmann in Jerusalem (Eichmann Kudüs'te) yayınlanır. Aynı yıl, Amerikan ve Fransız devrimleri üzerine karşılaştırmalı bir analiz sunan On Revolution’ı (Devrim Üzerine) yayınlar. 1960 ve 1970'li yıllarda kaleme aldığı yazılar, Between Past and Future (Geçmiş ile Gelecek Arasında), Men in Dark Times (Karanlık Zamanlarda İnsan) ve Crises of the Republic (Cumhuriyetin Krizleri) başlıklı derleme kitaplarda yayınlandı. 1975'te öldüğünde son büyük eseri olan The Life of the Mind’ın (Zihnin Yaşamı) ilk iki cildini tamamlamış ancak zihnin üç etkinliğinden biri olan yargılama üzerine yazdığı üçüncü cildi bitirememişti. Kitap ölümünden sonra 1978'de yayınlanmıştır. Yargılama cildi bitmemiş olsa da, 1982’de konu üzerine verdiği ders notları Lectures on Kant’s Political Philosophy (Kant’ın Politik Felsefesi Üstüne Dersler) başlığı altında yayınlanmıştır.

Felsefesi. Antik polis’in politik deneyimlerine duyduğu hayranlık ve modernitenin yıkıcı boyutlarına yönelttiği eleştiri, Arendt’in yazılarının en belirgin iki özelliği olarak görülebilir. Bu eleştirilerde, Husserl’in, Jaspers’in, Weber’in ve bilhassa Heidegger’in etkilerini görmek mümkündür. Bununla birlikte, Arendt’in amacı, söz gelimi ne Weber’in “sorumluluk etiği”, ne Gadamer’in batı felsefe geleneğine ortak bir rasyonaliteyi açığa çıkarmak için Antik Yunan’a dönen ontoloji temelli hermeneutiği ne de Habermas”ın “tahrif edilmemiş iletişim” kavramlarıyla modernliğe içkin özgürleştirici boyutları gün ışığına çıkarma amaçlarıyla aynıdır. Söz konusu filozoflarla karşılaştırıldığında, Arendt’in modernite anlayışı “felsefeyi parçalayıp dağıtma” vizyonu bakımından oldukça radikaldir.

Arendt’in modernitenin doğuşuyla birlikte tespit ettiği en temel iki problemden biri, “dünya yabancılaşması” veya “dünyadan yabancılaşma” (İng. world alienation) dediği durumdur. Arendt’e göre, Kartezyen şüphe, izole bireyin özel dünyasını ve tecrübelerini müşterek paylaşılan bir tecrübe dünyası karşısında imtiyazlı hale getirerek insanın dünyaya yabancılaşmasına ve kamusal alanın erozyona uğramasına yol açmıştır. Bir diğer problem ise, modern bilim ve teknolojinin başarısıyla birlikte “yeryüzüne mahkûmiyetinden” kurtulan insanın kendi duyularına, aklına ve diğerlerinin tanıklığına ve böylelikle gerçekliğe olan itimadının yok oluşuyla karakterize olan yeryüzüne yabancılaşmasıdır (İng. earth alienation). Arendt için yeryüzü insanın doğal çevresini oluştururken, dünya insan tarafından yaratılmış yapay bir çevredir; insani eylem ve söz sahasıdır. O, “insan varlığını bütün yalın hayvani ortamdan ayırır”. Arendt’e göre, yabancılaşmanın bu iki formu anlam yitimine yol açar.

Arendt’in modern çağ ile özdeşleştirdiği bir başka özellik, sosyalin yükselişidir. Sosyalin yükselişi ile birlikte, kamusal alan ile özel alan arasındaki ayrım ve eylem ile emek ve iş arasındaki fark ortadan kalkar. Arendt, eylemi (İng. action) biyolojik yaşamı sürdürmek için geride hiçbir iz bırakmayacak ve çabucak tüketilecek ihtiyaçların teminini sağlayan emekten (İng. labour) ve tüketmek için değil insan eseri bir dünya yaratan bir aktivite olan ten (İng. work) özenle ayırır. Politik eylem ve politik alan ile özel alan arasındaki klasik ayrımların yok olması, insanı insan kılan temel etkinliğin yani eylem ve sözün ve dolayısıyla özgürlüğün ortadan kalkması demektir. Arendt’e göre, Platon’dan bu yana Batı felsefe geleneği bir mutlak hakikate ulaşma idealinden beslenmiş ve vita activa (eylem yaşamı) karşısında vita contemplativa’ya (temaşa/düşünce yaşamı) öncelik tanımıştır. Bu yüzden, Arendt bir filozof olarak değil, bir teorisyen olarak konuşur. İnsanlık Durumu, geleneksel anlamda bir teori değildir. İnsanın kim olduğunu özden hareketle değil, varoluştan hareketle göstermeye çalışan bir teoridir. O, insana içkin özün ne olduğu sorusundan hareket etmez. Tersine çıkış noktası, insanın nasıl insan olduğudur. Bu noktada Arendt, Aristoteles’e atıfla, insani aktiviteler arasındaki hiyerarşiyi gündeme getirerek eylem (praksis)-iş/üretim (poiesis) ayrımını temele alır. Ona göre, modern çağ iş/üretim ile eylem arasındaki ayrımı ortadan kaldırarak politik etkinliği üretime/imal etmeye, politikayı ise yönetsel bir etkinliğe indirgemiştir. İş/üretimden farklı olarak eylem, kendi amacını kendinde taşır ve özneler arası (birlikte eyleme) bir niteliğe sahiptir. Diğerleriyle birlikte eylemek ise özgür ve açık bir eylem sahası olarak kamusal alanı gerektirir. İnsan olmak diğerleriyle birlikte özgürlüğü ve eşitliği paylaşmaktır. Kamusal alanda birlikte eyleme, eylemin (praksis) bir başka özelliğini ortaya koyar: çoğulluk. Ancak Arendt’e göre modern çağ bireyselliği (İng. individuality) değil, bireyciliği (İng. individualism) ön plana çıkarmış ve insani varoluşu anlamlı kılan tek etkinlik olan politik eylemin otonomisini ortadan kaldırmıştır. Modernite insandaki en asli iki yetiyi yani eylemi ve yargılama gücünü ortadan kaldırarak insanı türe indirgemiş, yurttaş olma kapasitesini ve dolayısıyla özgürlüğü yok etmiştir.

Arendt’in politikayı insanları birer hammaddeye dönüştüren ve belli bir modele uygun hale getirmeyi hedefleyen imal etme etkinliği ile özdeşleştirmenin tehlikelerine yönelik eleştirileri bugün de geçerliliğini korumaktadır.

KAYNAKÇA

ARENDT, Hannah (2000), İnsanlık Durumu, İletişim Yayınları, çev. B. Sina Şener, İstanbul.

ARENDT, Hannah (1996), Totalitarizmin Kökenleri, İletişim Yayınları, çev. B.Sina Şener, İstanbul.

d’ENTREVES, Maurizio Passerin (1994), The Political Philosophy of Hannah Arendt, Routledge, New York.

 d’ENTREVES, Maurizio Passerin, “Hannah Arendt”, https://plato.stanford.edu/entries/arendt/

VILLA, Dana (1996), Arendt and Heidegger: The Fate of the Political, Princeton University Press, New Jersey.

Yazar : Funda GÜNSOY (Uludağ Üniversitesi)