Deleuze, Gilles

1925 doğumlu ünlü postyapısalcı Fransız düşünürü.

Temel eserleri: Spinoza et le Problème de l'Expression [Spinoza ve İfade Problemi], Nietzsche et la Philosophie [Nietzsche ve Felsefe], A Thousand Pleatus [Bin Yayla], Différence et Répétition [Farklılık ve Tekrar] ve Felix Quattari ile birlikte yazdığı Anti-Oedipus.

Geleneksel felsefenin tüm temel kategorilerini, birlik, özdeşlik, hiyerarşi, öznellik ve temsil gibi kavramları yıkan büyük bir filozof ve politik bir militan olarak tanımlanmıştır, Deleuze. Nitekim, Nietzsche araştırmalarından hareketle ve Foucault'nun izinden giderek, tahakkümün eşi benzeri görülmedik tarihî bir aşaması olarak tanımladığı modernliği sorgulamış ve, bir yandan öznelerin kültür, dil ve fizyolojinin aracılığı olmadan dünyayı düşüncede gerçekte olduğu şekliyle yansıtabileceklerini veya temsil edebileceklerini öne süren realist görüşlere saldırırken, bir yandan da bilinçli varoluş ve temsil şemaları karşısında bedene ve onun güçlerine ayrıcalık tanıyan bir yaşama felsefesi ya da arzu politikasının savunuculuğunu yapmıştır.

Deleuze'ün söz konusu stratejisi, temel eseri olan Farklılık ve Tekrar'da ortaya koyduğu iki felsefe türü, dikey felsefeyle yatay felsefe arasındaki ayrıma dayanır. Bu eserinde, Platon ve Kant felsefelerinin temelindeki yanlışı ortaya koyarak yapıbozuma uğratmaya kalkışan Deleuze'e göre, dikey felsefe hiyerarşik bir gerçeklik anlayışına, öz-görünüş ayrımına dayanan düşünce olup, aynılığı ve değişmezliği kutsar. Gerçekliği bir ilk kökenden türeten bu düşünce tarzının temel kategorileri birlik, özdeşlik, özne, fail ve nedendir. Deleuze’e göre, söz konusu dikey felsefeye ağaç-benzeri hiyerarşik bir düşünce yapısı egemen olmuştur.

Dikey felsefeyi, gerçekliği kendi kendileriyle aynı kalan değişmez İdealar ve onların kopyalan fenomenler olarak ikiye ayıran, ve fenomenleri İdealar dünyasını tehdit eden gölgeler olarak yorumlayan Platon’da, ve öznenin özdeşliğini ve nesnenin duyusal temsilini anlama yetisinin a priori yetileriyle mümkün kılan transendental felsefesiyle Kant’ta teşhis edip gözler önüne seren Gilles Deleuze, Freud'un Oedipus kompleksinin de aynı düşünce ve yaklaşımı cisimleştirdiği inancındadır. Ona göre, Oedipus kompleksi de hiyerarşik ve ağaç-benzeri düşüncenin ağır hâkimiyeti altındadır, çünkü Oedipus ilkesi, indirgemeci bir yaklaşımla, kaçınılmaz olarak bir ilk olay ya da travmaya götürür. Aynı şekilde, eksikliğe dayandırılan arzu teorisini de reddeden Deleuze'e göre, Freud için, özneyle nesne arasındaki ayının imkânı, bastırma düşüncesine bağlıdır. Bastırma çocuğun anneden ayrılış ve sembolik düzene, babanın ve hukuğun düzenine giriş sürecinde ortaya çıkar. Deleuze söz konusu baba ya da özdeşlik olarak köken düşüncesini reddeder. Çünkü onun gözünde, arzuyla tanımlanan birey ile hukuk tarafından tanımlanan kollektivite arasında hiçbir ayırım yoktur. Sadece sosyal arzu vardır ve arzu hareket hâlinde olup, duruma bağlı farklı unsurlardan meydana gelir. Arzu Oedipusçu temsil tiyatrosundan ziyade, makineye benzer. Onu en iyi bir tür dinamik makine olarak teorileştirmek söz konusu olabilir. Deleuze’ün arzulayan makina düşüncesi, arzunun tüm toplumsal ve tarihsel gerçekliği yarattığını ve sosyal altyapının ayrılmaz bir parçası olduğunu ifade eder.

Deleuze'ün yapıbozumu ya da yıkıcı eleştirisinden diyalektik düşünce de payını almıştır. Ona göre, Hegel ve Marksist diyalektik sözde, gerçekliğin karşıt fenomenlerin antagonistik inşası yoluyla yaratıldığını iddia eder. Bu, ilk bakışta dünyaya ilişkin dinamik bir yorum gibi görünmekle birlikte, son çözümlemede farklılıkların daha temel bir birlik altında özetlendiği, çelişkilerin hep daha yüksek bir sentez peşinden koştuğu ve hareketin nihaî bir durağanlık ve ölümle sonuçlandığı teolojik bir bakıştan daha fazla hiçbir şey değildir. Bilimsel soyutlamalarda kaybolmuş ve bir Özdeşlik mantığının batağına gömülmüş olan diyalektik, Deleuze'e göre, gerçekliği güç istemi yoluyla oluşturan ince ve gizli farklılaşma mekanizmaları karşısında kör olduğu için, Özdeşliğe dayalı klâsik dikey felsefenin bir devamı olmak durumundadır.

Ona göre, dikey felsefenin yerini yatay felsefenin, Özdeşlik ve temsilin yerini de farklılık ve tekrarın almasının artık zamanı gelmiştir. Bu felsefe, tıpkı Nietzsche'de olduğu gibi, diğer felsefelerle arasına mesafe koyan bir felsefedir. Yatay felsefe, her şeyin aynı düzeyde bir ve tekdüze olduğu bir aynılık düzeyine götürmez, fakat farklılıkların istikrarsızlığına sevkeder. Başka bir deyişle, yatay felsefenin konu aldığı alan, karşılaştırma imkânının oldukça Problematik hâle geldiği radikal farklılığın sözde düzenidir. Bu felsefe, dahası aynı veya özdeş olana dayanan temsilî düşüncenin yaptığı gibi, özdeşlikler arasındaki sınırların pekişmesine çalışmaz, fakat tam tersine, bütün sınır ve engellerin yerle bir edilmesi için mücadele eder. Klâsik ve gündelik düşüncenin bürokratik hiyerarşisini yıkan bu felsefeye göre, nesnel bir iyi yoktur, sadece öznel değerler, daha doğrusu değerler ve dolayısıyla farklılıklar vardır. Çünkü bu felsefede görünüşlerin gerisinde ayrı bir gerçeklik yoktur.

Yazar : YAZARINI BEKLEYEN MADDE....