İbn Sina

[Lat., Alm. ve İng. Avicenna ]  [Fr. Avicenne ]    [Far. ve Ar. ابن سینا ]

Tam adı Ebû Ali el-Hüseyin b. Abdillah b. Ali b. Sînâ olan  (980/81-1037) İslam filzofu ve hekim.

Hayatı. Sâmânoğulları Devleti idaresindeki Buhara yakınındaki Efşene’de doğdu (370/980-91). İbn Sînâ künyesi ile meşhur oldu, eş-Şeyhü’r-Reis adıyla anıldı. İsmailî dâîlerle görüşen babasının evinde çeşitli meseleler yanında felsefî konular da tartışılırdı. İyi bir eğitim gören İbn Sînâ, sözü edilen ev ortamında küçük yaşlarda ilmî tartışmalara tanık olarak büyüdü. Kur’an hafızı olan İbn Sînâ, dil, edebiyat, akaid, fıkıh öğrenimi gördü. Babasından, başlangıç seviyesinde geometri, aritmetik ve felsefe tahsili yaptı. en-Nâtilî’den mantık (Îsâgûcî), Öklid’in Elementler’inin beş altı bölümünü okudu. Ardından kendi kendine felsefî konuları, şerhleriyle birlikte okudu. Felsefî ilimleri tahsil ettikten sonra tıp alanında okumalar yaptı. Tıp ilmini hocalarında bir miktar okuduktan sonra kendi kendine çalışmalar yaptı. On sekiz yaşlarında iken Sâmânî hükümdarının sarayında saray hekimi olması onun ilmî çalışmaları açısından bir dönüm noktasını oluşturur. Nihayet bir tıp otoritesi haline geldi. Fıkıh, mantık, matematik çalışmaları sonrası metafizik konuları inceledi ve genç yaşlarda iken çeşitli konularda eserler kaleme almaya başladı.   

Sâmânî Devleti siyasi açıdan sıkıntılı bir döneme girince İbn Sînâ, Hârizm’de bir kasaba olan Gürgenç’e geçmiş, emîr Ali b. Me’mûn’un desteğiyle orada ilmî çalışmalarına devam etmiştir. Gazneli Mahmud’un, emirin sarayındaki ilim adamlarını kendi sarayına istemesi neticesinde İbn Sînâ bu teklifi kabul etmemiş ve Ziyarî Devleti hükümdarıyla buluşmak için Cürcân’a geçmiştir. Cürcân’da Ebû Muhammed eş-Şîrâzî’nin himayesinde rahat bir çalışma imkanı bulmuş, hem talebe yetiştirmiş hem eserler kaleme almaya devam etmiştir. Yaklaşık iki yıl sonra Rey şehrine geçen filozofun, Büveyhî Devleti valisi Fahrüddevle ile yakın irtibatı olmuştur. Kazvin üzerinden Hemedan’a geçen İbn Sînâ, Büveyhî hükümdarı Şemsüddevle’nin hastalığını tedavi ile ilgilenmiş, kendisine vezirlik verilmiştir. Böylece hem devlet işleri hem ilmî etkinlikleri aynı anda yürütmüştür. Bir ara çeşitli siyasi ithamlar neticesinde hapse düşmüş, nihayet Hemedan’dan ayrılıp Isfahan’a geçmiş ve Alâüddevle’nin meclisinde saygı görmüş, vezir olarak görev üstlenmiştir. Gazneli hükümdarı Sultan Mesud’un Isfahan’ı ele geçirmesi sonucu İbn Sînâ’nın evi ve kütüphanesi yağmalanmış, sağlığı bozulmuştur. Alâüddevle ile birlikte Hemedan’a sefere çıktığında rahatsızlanmış ve vefat etmiştir. Kabri Hemedan’dadır. Büyük bir dâhî olan Şeyhü’r-Reîs, mantık, tabiat (fizik), matematik, metafizik, ahlak, müzik, astronomi, tıp, tefsir gibi alanlarda G. C. Anawatî’ye göre 276 kadar eser kaleme almış, geriye İslam dünyasında Meşşâî felsefenin zirve ismi olarak büyük bir ilmî miras bırakmıştır.

Düşünceleri. İbn Sînâ, Kindî ile başlayan, Farabî ile belli bir konuma taşınan Meşşâî felsefeyi zengin bir külliyat ile taçlandıran büyük bir filozoftur. Eski Yunan filozofları Eflatun ve Aristoteles’in ortaya koyduğu birikimi incelemiş, bu filozofların görüşlerinden bazılarına katılmış bazılarını tenkit etmiştir. Böylece felsefî birikimi güncellemiştir. Mantık, tabiiyât, riyaziyât, ilahiyât şeklinde ele aldığı felsefî konular, nazım, nesir, hikaye tarzındaki yazım biçimleri ve didaktik yapısıyla geniş bir coğrafyaya yayılma imkanı bulmuştur. Akıl (felsefe) ile vahyi (din) belli bir bütünlük içinde ele almaya çalışmıştır.

Filozofa göre bilme, zihnin soyutlama yoluyla nesnenin suretini bilgiye dönüştürmesi durumudur. Bilgi, fiziksel varlıklara ait ise psikolojik açıdan çeşitli soyutlama derecelerinden (ortak duyu, hayal, vehim, muhayyile) geçerek zihinde kavrama (tasavvur) ve yargıya (tasdik) dönüşür. Mantık bu alanla ilgilenir. Şayet bilgi metafizik varlıklara ait ise bu durumda onun bilgisi, zihni uyarıcı bir işaret neticesinden doğrudan alınır. İlme ve felsefeye konu olan bilgi, düşünce yargılarına dayalıdır. Ancak geneli içeren kavramlara ulaşabilmek için zihin, tikel suretlerden istifade eder. Zihnî süreçlerde düşünme eyleminin doğru sonuca ulaşabilmesi, bilme ilkelerini ve imkanlarını yerinde doğru kullanmasıyla ilgilidir. Bilme etkinliğinde sezgiye ayrı bir yer açan Şeyhu’r-Reis, pasif haldeki bilme gücünü aktif hale geçiren etkinliğin ontik varlığı olan faal akıl olduğunu belirtir. Şu halde düşünme, kişinin faal akıl ile ilişki (ittisal) kurması sonucu ortaya çıkan bir etkinlik olmaktadır. Bu etkinlik, teorik (nazarî) akıl açısından heyulanî (potansiyel), bil-meleke, bil-fiil, müstefâd ve kutsî akıl şeklinde sıralanır ki, kutsî akıl sadece nebilere özgü kabul edilir. Böylece bilgi teorisinden hareketle nübüvvete (din) yer açılır.

Tabiat felsefesi içinde yer verdiği psikolojiye (ilmü’n-nefs) göre insan nefsi, tabii organik cismin ilk yetkinliğidir. Nefs, bedenden ayrık, ölümsüz bir cevherdir. Uçan adam delili başta olmak üzere, nefsin, bedenden ayrı oluşuna dair çeşitli argümanlar sunan filozof, insanın gerçek varlığı ve benliği, nefsten ibaret görür. Bitki, hayvan nefslerinden farklı olarak insan nefsi, aklî idrak ve irade gücüne de sahiptir. Onun için insan, anlamlı işler ortaya koyar. İbn Sînâ’nın nefs anlayışı, diğer düşüncelerinde de merkezî bir yer teşkil eder. Ahlak felsefesini psikoloji ve metafizik üzerine inşa eden filozofa göre ahlakın içeriğini din verir. Tabiat bilimi ise insan mutluluğuna dolaylı katkı sunabilir. Ahlakın konusu olan hayır-şer meselesi, izafi olması yanında metafizik temelli bir bakışla çözüme kavuşturulmak istenir. Buna göre hakiki kötülük, kişinin kendi akıl ve iradesiyle nefsine karşı işlediği kusurlardır. Ahlakın gayesi mutluluk olunca, bunun olumlu ya da olumsuz karşılığı ancak ölüm ötesi âlemde kendini gösterir.

Metafizik, diğer ilimlere ilkelerini veren, varlık olarak varlığı ve niteliklerini inceleyen bir disiplindir. Metafiziğe ilişkin bilgi, doğrudan akıl yoluyla (sarih irfanî akıl) bilinir. Buna göre varlık ve mahiyeti aynı olan ruhani varlıklar alanı, özellikle metafiziğin konusunu teşkil eder. Varlık ve mahiyeti aynı olan Tanrı, Zorunlu Varlık (Vâcibu’l-Vücûd) olup O’nun dışında olanlar (âlem), varlık ve mahiyeti farklı olduğu için olurlu varlık (mümkinu’l-vücûd) adını alır. Demek ki, âlemdeki varlıklar ancak Tanrı tarafından varlık kazanmıştır. Zâtı itibarıyla mümkin olmakla birlikte Gerçek Sebeb’i zorunlu varlık olduğu için vücubiyet kazanırlar. Tanrı, varlığın bir ve tek ilkesidir. Her şey O’nun bilgisi dahilindedir. O’nun bilmesi, yaratması demektir. Buradan hareketle İbn Sînâ, Fârâbî’de görüldüğü üzere, sudur kozmolojisine dayalı bir varlık hiyerarşisini kabul eder. Dokuz felek ve on akıldan oluşan bu yapıda faal akıl, Ay feleğinin aklı olup yeryüzünde olup bitenlerden de sorumlu akıldır.

Ek Okuma Önerileri

İbn Sînâ, Mutluluk ve İnsan Nefsinin Cevher Olduğuna İlişkin On Delil. Çev. Fatih Toktaş. Ankara: TDV Yay., 2011.

Dimitri Gutas, İbn Sînâ’nın Mirası, der. ve çev. M. Cüneyt Kaya. II. Bsm. İstanbul: Klasik Yay., 2010

Robert Wisnovsky, İbn Sînâ Metafiziği. Çev. İbrahim Halil Üçer. İstanbul: Klasik Yay., 2010.

Fazlur Rahman, “İbn Sînâ”. Çev. İlhan Kutluer. İslam Düşüncesi Tarihi içinde. İstanbul: İnsan Yay., 1996. C. 2.

KAYNAKÇA

İbn Ebî Usaybia. Uyûnü’l-enbâ fî tabakâti’l-etıbbâ. nşr. Muhammet Bâsil Uyûnu’s-sûd. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiye, 1998.

İbn Sînâ. Kitâbu’ş-Şifâ, el-Kevn ve’l fesâd. çev. Muammer İskenderoğlu. İstanbul: Litera Yay., 2008.

İbn Sînâ. el-İşarât ve’t-tenbihât. çev. Ali Durusoy, Muhattin Macit, Ekrem Demirli. İstanbul: Litera Yay., 2005.

İbn Sînâ. Kitâbu’ş-Şifâ el-İlahiyât (Metafizik-II). çev. Ekrem Demirli, Ömer Türker. İstanbul: Litera Yay., 2005.

Alper, Ömer Mahir. “İbn Sînâ”. Diyanet İslam Ansiklopedisi içinde, İstanbul: 1999, c. 20.

Durusoy, Ali. “İbn Sînâ”. Diyanet İslam Ansiklopedisi içinde. İstanbul: 1999, c. 20.

Yazar : Ahmet ÇAPKU (Kırklareli Üniversitesi)