köle-efendi diyalektiği
[Alm. Herrschaft und Knechtschaft > kölelik ve efendilik; Dialektik von Herr und Knecht > köle ve efendi diyalektiği ] [Fr. dialectique du maître et de l'esclave ] [İng. master-slave dialectic ] [Es. T. mevlâ ve abd; efendi ve kul ]
Kavramın kaynağı. Hegel’in Phænomenologie des Geistes (Tinin Fenomenolojisi) adlı yapıtında önemli bir alt başlığı oluşturan, Selbstændigkeit und Unselbstændigkeit des Selbstbewusstseins; Herrschaft und Knechtschaft (Kendinin-bilincinin Bağımsızlık ve Bağımlılığı; Efendilik ve Kölelik), filozofun daha yaygın bilinen adıyla ‘köle-efendi diyalektiği’nin işlendiği bölümdür. Söz konusu bu bölüm, Tinin Fenomenolojisi’nin ana bölümlerinden biri olan Selbstbewusstsein’ın (Kendinin-bilinci) bir alt-başlığıdır. Kendinin-bilinci Türkçede ‘özbilinç’ olarak da karşılanmaktadır, fakat ben burada ‘kendi’yi ya da ‘kendilik’i (Selbst / Selbstheit) vurgulamak için ‘özbilinç’ sözcüğünden kaçınmaya çalıştım.
Tanımı. Hegel Tinin Fenomenolojisi’nde kendinin-bilinci bölümünün başlangıcında, kesinliğin (Gewissheit) yerini doğruluk/hakikate (Wahrheit) bıraktığını dile getirir. Burada söz konusu olan bilincin dolaysız kesinliğinden bilincin kendi kendisini nesne alması, kendinin-bilinci, bilincin bilinci olmasının doğruluğuna geçiş yapılmasıdır.
Hegel, Tinin Fenomenolojisi’nin 167. paragrafında de şöyle der: “Ama gerçekte kendinin-bilinci duyusal ve algılanan evrenin varlığından yansıma (Reflexion), ve özsel olarak başkalıktan (Anderssein) geri-dönüştür (Rückehr).” Varlığın bilinçte yansıması ve başkalıktan kendine geri dönüş, kendinin-bilincinin, bilincin dolaysız kesinliğinden daha refleksif ve dolayımlı, daha hakiki olduğuna işaret eder. Hakikat ya da doğruluk (Wahrheit) dolayımı ve başkalığı dışlayan dolaysızlıkta değil, dolaysızlığı içeren dolayımda ve dolayımı içeren dolaysızlıkta bulunur.
Hegel’e göre kendinin-bilincinin, empirik -maddi dünyaya kendinde varlığı (Ansichsein) olmayan bir görüngü olarak bakması, ilkin istek ya da arzu (Begierde) olarak ortaya çıkar. Fakat benliğin kendini duyulur nesnellikle tatmin etmesi ve mutlak bir doyum bulması, bu bilinç ilişkisinde öznellik ve nesnelliğin, ben ve ben-olmayanın kendini sürekli üretmesi nedeniyle, mümkün olamayacaktır. Arzusunun nesnesini tüketerek kendisi-için olan kendinin bilinci, bu sürekli tüketim ve doyum döngüsü içinde yalnızca kendisini değil kendi başkasının kendinde varlığını da üretecektir. Yine Hegel, Fenomenoloji’nin 168. paragrafında şöyle der: “Salt kendisi için olan ve nesnesine dolaysızca olumsuzun karakterini yükleyen ya da ilkin istek olan kendinin-bilinci buna göre daha çok nesnesinin bağımsızlığı deneyimini edinecektir”. İsteğin ya da arzunun (Begierde) kendinin-bilinci olarak belirişi, henüz bilincin dualitesinin ve nesnenin Gegenstand olarak, Objekt olarak beni kısıtlamasını engelleyemez. Bu durumda ayrımın kendinin-bilincine içsel bir ayrım olması engellemiş görünür.
Hegel için kendinin-bilinci olarak insanın araması gereken yalnızca isteğin nesnellikle doyurulması değil, başka bir benlikle, başka kendinin-bilinciyle tanınmasıdır. Doğal varoluşun zorunlu dolayımından tinsel varoluşun özgür dolayımına geçişin ilk adımı, bu özneler arası tanınma edimine işaret edecektir. Bir bilincin başka bir bilinçle karşılaşması, bilinci hem özne hem nesne, hem biçim hem içerik olarak bilincin içeriği yapacak ve bilincin bilinci olarak kendinin-bilincine yol verecektir. İnsan ancak başka insanlarla bir insan, başka bilinçlerle bir kendinin-bilinci ya da özbilinçtir.
Hegel göre, kendinin-bilincinin birincil ve yalın zemini, arı soyutlama ve olumsuzlamadır: “Kendini, arı kendinin-bilinci soyutlaması olarak sunuşu ise kendini nesnel tarz ve yordamın arı olumsuzlaması olarak göstermesinden, ya da hiçbir belirli varoluşa bağlanmadığını, belirli-varlığın (Dasein) evrensel tekilliğine, yani yaşama bağlı olmadığını göstermesinden oluşur”. Burada söz konusu olan kendilik ve ben bilincine, tüm doğal yaşamın belirlenim ve zorunluluğundan soyutlanarak bir hakikat ve değer atfedilmesidir. Bir kendinin-bilincinin bir başka, kendi dışında nesnel olarak varolan kendinin-bilincine kendini ölümüne dayatması, kendi bireysel benliğinin immateryal tinselliğinin hakikatini, soyut ve olumsuzlayıcı bir tarzda kanıtlama çabasıdır. İki kendilik ya da ben-bilinci arasındaki bu ölüm kalım savaşı, ‘ben’in ‘ben-olmayan’ karşısındaki tasarımsal ve tek-yanlı hakikat ve doğruluk olma arzusudur. Burada henüz tek-yanlı ve soyut bir idealizm ve tinsellik söz konudur.
İki kendinin-bilincinin kendi hakikatlerini tanıtma uğruna bu ölüm-kalım savaşında, iki taraf ortaya çıkacaktır: efendi ve köle. Efendi kendinin-bilincinin tinsel değerini tek-yanlı idealist bir vurguyla öne çıkarıp ölümü göze almış, köle benliğinin ve kendinde ve kendinde-için varlığının tinsel değerini doğal bedensel yaşamından koparamayıp ölümü göze almamıştır. Ölümün bu göze alınması ve alınmaması, efendiyi kendi-için varolan bilinç, köleyi ise başkası-için varolan bir bilinç kılmıştır. Efendi kendi kendisine değer veren, köle kendi değerini efendide görendir. Kendinin-bilincinin arzusunun yöneldiği doğal nesnel varoluşun bağımsızlığından kaynaklanan ve söz konusu arzunun dolaysız ve mutlak tatminini engelleyen kör zorunluluk ve kötü sonsuzluğun direncini yenme görevi, efendi tarafından köleye aktarılır. Köle efendinin bağımsızlığıyla nesnelliğin bağımsızlığı arasındaki temas noktası ve aracı unsurdur. Köle ertelenmiş arzusu ve tatminiyle çalışma ve üretme yetisi kazanmış olmakla birlikte, kendi-bilincinin hakikatini kendinde değil, efendide görendir. Hegel’e göre, köle iliklerine kadar hissettiği korkuyla disipline edilmiş çalışma edimiyle, doğal gerçekliği, nesnelliği kendi tinselliğiyle biçimlendirerek, zamanla kendinde ve kendi-için bir bilinç olur. Dolaysız nesnelliğin bu biçimlendirilme süreci, kendinin-bilincini tinselliği oluşturan bir hakikat olarak ortaya çıkarır. Efendi ise, kendi arzusunun ya da isteğinin dolaysız tatminiyle yetinerek, arzunun dolaysız nesnesinin bilinçle dolayımlanıp işlenmesini köleye bırakır. Bu asalak yaşam efendiyi kendi tinselliğini dışavurup gerçekleştiren hakiki bir insan olmaktan uzaklaştıracaktır.
Hegel, genel bir korku ve kölelik çağının ruhunu yansıtan felsefi ve dinsel özgürlük arayışlarının dışavurumları olarak Stoacılık, kuşkuculuk ve öte-dünyacı mutsuz bilinç momentlerinden söz eder. Hegel’e göre Stoacılık “her zaman dolaysızca kölelikten gelen ve düşüncenin arı evrenselliğine geri dönen özgürlüktür”. Hegel ilgili yerde ‘bir evrensel korku ve kölelik çağından’ bahseder ki, bu saptama yalnızca Stoacılık için değil, kuşkuculuk ve mutsuz bilinç için de geçerli sayılabilir. Köle-efendi diyalektiğinin, yani toplumsal hiyerarşi ve otoritenin katı ve simetrik olmayan girdabında tutulan tin için, özgürlüğün dışarda ve olumsuz ilişkilerle dolayımlı bu dünyada değil de, düşünen benliğin, kendinin-bilincinin arı ve soyut içselliğinde aranması anlaşılır bir şeydir. Korkuyla sindirilmiş bir kölelik çağında Stoacılık, hem özgür olmayan bir köle tarafından tanındığı için tatmin olmayan efendi, hem efendinin esareti altında yaşayan köle için, soyut ve içsel özgürlük yoluyla bir kurtuluş ve değer duygusu arayışıdır. Stoacılık, kendinin-bilincinin kendi değerini dış-dünyada değil, kendi düşüncesinin arı içselliğinde aramasıdır. Kendinin-bilincinin dolaysız kesinliği dışında tüm dış gerçekliği bilinemez kılan kuşkuculuk ya da bu haksızlıkla dolu fani dünyaya ait empirik benliğinin karşısına, aşkın ve mutlak bir tanrısal benlik ve öte-dünya inancını koyan mutsuz bilinç de genel bir korku ve kölelik çağındaki tek-yanlı ve soyut özgürlük arayışlarıdır.
KAYNAKÇA
Hegel, G. W. F. Tinin Görüngübilimi, çev. Aziz Yardımlı, İstanbul: İdea Yayınevi, 2016.
Orman, Enver. Hegel’in Mutlak İdealizmi, İstanbul: Belge Yayınları, 2015.
Yazar : Enver ORMAN (İstanbul Üniversitesi)